etiketlerinin yaratıcı ama amacına aykırı bir şekilde kullanılmasına yol açtı. Tasarımcılar, görsel düzenleme programlarında (örneğin Photoshop) hazırladıkları tasarımları küçük resim parçalarına ayırıp, bu parçaları karmaşık, iç içe geçmiş tablo hücrelerine yerleştirerek adeta dijital bir yapboz oluşturuyorlardı. Öğeler arasında görsel boşluk yaratmak için ise "spacer GIF" adı verilen görünmez, tek piksellik resimler kullanılıyordu. Bu yöntemler, tasarımcının görsel vizyonunu kısıtlı teknik imkanlarla hayata geçirme arzusunun bir kanıtıydı; dijital tuval üzerinde kontrol sağlama çabasının ilk, kaba örnekleriydi. JavaScript ve CSS gibi, gelecekte web'in temel taşları olacak teknolojiler de bu dönemde ortaya çıktı, ancak tarayıcılar tarafından eksik ve tutarsız desteklenmeleri nedeniyle potansiyelleri tam olarak anlaşılamadı ve yaygınlaşamadı. Bu dönemin genel yaklaşımı, büyük ölçüde deneysel ve sonuç odaklıydı: "Bir şekilde çalışıyor mu?" ve "Dikkat çekiyor mu?" temel sorulardı. Kodun yapısal doğruluğu, erişilebilirliği veya uzun vadeli bakımı gibi konular genellikle arka plandaydı. Web developer rolü, daha çok HTML'yi bir araya getiren, belki basit sunucu taraflı komut dosyalarıyla formları işleyen kişiyi tanımlarken, web designer genellikle grafik tasarım kökenli olup, web'in teknik engelleriyle mücadele eden görsel iletişimciydi.
Tarayıcı savaşlarının yarattığı teknik parçalanmışlık ve tablo tabanlı düzenlerin getirdiği kod şişkinliği, bakım zorlukları ve özellikle erişilebilirlik konusundaki eksiklikler, web'i daha profesyonel bir zemine oturtma arzusunu güçlendirdi. World Wide Web Consortium (W3C) gibi standart belirleyici kuruluşların çalışmaları ve Jeffrey Zeldman gibi öncülerin kurduğu Web Standartları Projesi (WaSP) gibi savunucu grupların çabaları, ortak bir dil ve "en iyi uygulamalar" etrafında birleşme hareketini başlattı. HTML 4.01, XHTML 1.0 ve özellikle CSS (Seviye 1 ve 2), bu standardizasyon çabasının temel direkleri oldu. Bu yeni yaklaşımın merkezindeki felsefe devrim niteliğindeydi: Yapı, sunum ve davranışın birbirinden ayrılması. Yani, bir sayfanın anlamı ve içeriği (başlıklar, paragraflar, listeler vb.) HTML ile kodlanmalı, nasıl görüneceği (renkler, fontlar, yerleşim vb.) CSS ile belirlenmeli ve kullanıcı etkileşimleri (animasyonlar, doğrulamalar vb.) JavaScript ile yönetilmeliydi. Bu "sorumlulukların ayrılığı" ilkesi, web geliştirme pratiğini temelden değiştirdi. Daha temiz, daha hafif, daha anlaşılır ve daha kolay yönetilebilir kodlar yazmayı mümkün kıldı. Bir sitenin tüm görsel kimliğini sadece CSS dosyalarını değiştirerek güncellemeyi olanaklı hale getirdi. Anlamsal olarak doğru işaretlenmiş içerik, arama motorlarının (SEO için kritik) ve ekran okuyucular gibi yardımcı teknolojilerin (erişilebilirlik için hayati) sayfayı daha iyi anlamasını sağladı. Bu dönem, web geliştiricilerin tablo tabanlı düzenlerin rahatlığından (!) vazgeçip, CSS'in float, position gibi özellikleriyle sayfa düzeni oluşturmayı öğrenmelerini gerektiren, zorlu ama gerekli bir geçiş süreciydi. Özellikle Internet Explorer 6 gibi tarayıcıların standartları yorumlamadaki farklılıkları ve hataları, bu geçişi daha da sancılı hale getirdi. Ancak bu mücadele, web'i daha sağlam, esnek ve geleceğe hazır bir platform yapma yolunda atılmıştı. Bu süreçte mesleki roller de daha belirginleşti ve derinleşti. Web designer, görsel estetiğin yanı sıra kullanılabilirlik prensipleri, bilgi mimarisi ve standartlara uygun, temiz HTML/CSS kodlama pratiği gibi konulara da hakim olmaya başladı. Web developer, sunucu taraflı programlama dillerinde (PHP, ASP.NET, Ruby, Python, Java gibi) ve ilişkisel veritabanı sistemlerinde (MySQL, PostgreSQL, Oracle vb.) uzmanlaşarak, dinamik içerik üreten, kullanıcı verilerini işleyen ve karmaşık iş mantıklarını uygulayan web uygulamaları inşa etmeye odaklandı. Her iki alanda da yetkinliğe sahip olan Web design & developer profili ise, bu iki dünyanın gerekliliklerini anlayıp birleştirebilen değerli bir köprü görevi görüyordu. Bu dönemin ruhu, bir mesleki olgunlaşma arayışını yansıtıyordu: "İşi doğru yapmak", "standartlara saygı duymak" ve "daha iyi, daha erişilebilir, daha anlamlı bir web inşa etmek".
2000'lerin ortalarına gelindiğinde, web'in karakteri bir kez daha değişmeye başladı. Artık sadece bilgi yayınlanan ve tüketilen bir mecra değil, aynı zamanda kullanıcıların aktif olarak içerik yarattığı, paylaştığı, tartıştığı ve sosyal ağlar kurduğu devasa bir etkileşim alanına dönüşüyordu. "Web 2.0" olarak etiketlenen bu yeni dönem, blog platformlarının (WordPress, Blogger), kolektif bilgi kaynaklarının (Wikipedia), sosyal medya devlerinin (Facebook, Twitter, MySpace), video paylaşım sitelerinin (YouTube) ve kullanıcı tarafından üretilen içeriğin (yorumlar, oylar, etiketler) patlamasına sahne oldu. Bu dönüşümün arkasındaki teknik itici güçlerden biri, kuşkusuz AJAX (Asynchronous JavaScript and XML) oldu. AJAX, sayfanın tamamını yenilemeye gerek kalmadan sunucuyla arka planda veri alışverişi yapmayı sağlayan teknikler bütünüydü. Bu sayede web uygulamaları çok daha akıcı, hızlı ve masaüstü yazılımlarına benzer bir etkileşim deneyimi sunabiliyordu (Google'ın harita uygulamasındaki kesintisiz kaydırma veya e-posta istemcilerindeki anlık güncellemeler gibi). AJAX'ın yaygınlaşması, istemci tarafı JavaScript'in rolünü ve karmaşıklığını önemli ölçüde artırdı. Bu artan karmaşıklığı yönetmek ve farklı tarayıcıların JavaScript yorumlama farklılıklarından kaynaklanan sorunları aşmak için jQuery, Prototype, MooTools gibi JavaScript kütüphaneleri geliştirildi. Özellikle jQuery, zarif ve kolay öğrenilir sözdizimi sayesinde DOM (Document Object Model) manipülasyonunu, olay dinlemeyi ve AJAX çağrılarını basitleştirerek kısa sürede fiili standart haline geldi. Sunucu tarafında ise, Ruby on Rails, Django (Python), Symfony/CakePHP (PHP) gibi Model-View-Controller (MVC) mimarisini benimseyen web uygulama çerçeveleri (frameworks) büyük popülerlik kazandı. Bu çerçeveler, veritabanı işlemleri, URL yönlendirme, şablonlama gibi tekrarlayan görevleri kolaylaştırarak ve kod organizasyonu için yapısal bir düzen sunarak web developer verimliliğini ve projelerin sürdürülebilirliğini artırdı. Eş zamanlı olarak, WordPress, Drupal, Joomla gibi açık kaynaklı İçerik Yönetim Sistemleri (CMS), teknik bilgisi olmayan bireylerin ve küçük işletmelerin bile kendi web sitelerini oluşturup yönetmelerini sağlayarak web yayıncılığını demokratikleştirdi. Bu teknolojik değişimlerle birlikte tasarım felsefesi de kullanıcı deneyimine (User Experience - UX) ve kullanılabilirliğe (Usability) odaklandı. Artık bir web sitesinin sadece "güzel" görünmesi yetmiyordu; kullanıcıların hedeflerine kolayca ulaşabilmesi, aradığını rahatça bulabilmesi, sistemin nasıl çalıştığını sezgisel olarak anlayabilmesi ve genel olarak tatmin edici bir etkileşim yaşaması bekleniyordu. Web designer rolü, görsel tasarımla birlikte kullanıcı araştırması, persona geliştirme, bilgi mimarisi, etkileşim tasarımı (IxD), tel kafes (wireframe) ve prototip oluşturma gibi UX disiplinlerini de kapsayacak şekilde genişledi.
Mobil cihazların, özellikle de 2007'de tanıtılan iPhone ile başlayan akıllı telefon devriminin yükselişi, web'in evrimindeki bir sonraki büyük kırılmayı tetikledi. İnsanlar artık web'e sadece masaüstü veya dizüstü bilgisayarlarından değil, ceplerinde taşıdıkları, farklı ekran boyutlarına, çözünürlüklere, yönelimlere ve etkileşim yöntemlerine (dokunma) sahip cihazlardan da erişiyorlardı. Bu durum, web yaratıcılarını yeni ve karmaşık bir sorunla karşı karşıya bıraktı: Tek bir web sitesi nasıl olur da bu kadar farklı bağlamda tutarlı ve etkili bir deneyim sunabilirdi? İlk başta yaygınlaşan çözüm, masaüstü siteye ek olarak, genellikle içeriği kısıtlı ve tasarımı basitleştirilmiş ayrı bir mobil site (örneğin "m.alanadi.com") oluşturmaktı. Ancak bu "iki site" yaklaşımı, içerik yönetimi, kod bakımı ve marka tutarlılığı açısından sürdürülebilir değildi. Daha akıllıca bir yaklaşıma ihtiyaç vardı ve bu yaklaşım, 2010 yılında Ethan Marcotte tarafından "Responsive Web Design" (Duyarlı Web Tasarımı - RWD) başlığı altında formüle edildi. RWD'nin temel prensibi, tek bir kod tabanı (HTML) kullanarak, CSS3'ün Medya Sorguları (Media Queries), Akışkan Izgaralar (Flexible Grids) ve Esnek Görseller/Medya (Flexible Images/Media) gibi yeteneklerinden faydalanarak, web sayfasının düzenini ve içeriğini, görüntülendiği cihazın özelliklerine göre dinamik olarak ayarlamaktı. Bu, web sitesinin adeta bir sıvı gibi farklı kaplara (ekranlara) uyum sağlaması anlamına geliyordu. RWD ile birlikte "Mobile First" (Önce Mobil) felsefesi de popülerlik kazandı. Bu strateji, tasarım ve geliştirme sürecine en kısıtlı ortam olan mobil cihazlardan başlamayı, temel işlevselliği ve içeriği burada tanımlayıp, ardından daha büyük ekranlar için ek özellikler ve daha zengin düzenler eklemeyi öneriyordu. Bu yaklaşım, geliştiricileri ve tasarımcıları önceliklendirme yapmaya, gereksiz ağırlıklardan kurtulmaya ve özellikle mobil ağlarda kritik olan performansa daha fazla odaklanmaya teşvik etti. Sayfa yükleme süreleri, resim optimizasyonu (farklı boyutlarda ve formatlarda resim sunma), dokunmatik etkileşimlere uygun arayüz elemanları tasarlama gibi konular, hem web designer hem de web developer için öncelikli hale geldi. Duyarlı tasarım, tasarımcıların sabit piksel tabanlı düşünce yapısından uzaklaşıp oranlar ve akışkanlıkla düşünmesini, geliştiricilerin ise farklı görüntüleme koşullarında hem performansı hem de görünümü koruyacak daha sofistike CSS ve JavaScript çözümleri üretmesini gerektirdi. Bu dönem, başarılı bir modern web deneyiminin, tasarım vizyonu ile teknik uygulamanın ne kadar sıkı bir işbirliği içinde olması gerektiğini ve Web design & developer yetkinliklerinin ne kadar değerli hale geldiğini açıkça ortaya koydu.
Bugünün web geliştirme ve tasarım dünyası, önceki dönemlerle kıyaslandığında baş döndürücü bir karmaşıklık ve uzmanlaşma düzeyine ulaşmıştır. Özellikle JavaScript ekosistemi, modern web uygulamalarının itici gücü haline gelmiş, kendi içinde devasa bir alt endüstri oluşturmuştur. jQuery gibi genel amaçlı kütüphanelerin yerini, büyük ölçüde React, Angular ve Vue.js gibi, kullanıcı arayüzlerini küçük, bağımsız ve yeniden kullanılabilir "bileşenlere" (components) ayırarak geliştirmeyi sağlayan kütüphaneler ve çerçeveler almıştır. Bu bileşen tabanlı mimari, karmaşık uygulamaların yönetimini kolaylaştırır, ekip çalışmasını destekler ve Tek Sayfa Uygulamaları (Single Page Applications - SPA) gibi modern uygulama desenlerinin temelini oluşturur. JavaScript'in sadece tarayıcıda değil, Node.js sayesinde sunucu tarafında da çalışabilmesi, tüm geliştirme süreçlerini değiştirmiştir. npm veya yarn gibi paket yöneticileri, geliştiricilerin binlerce açık kaynaklı modülü projelerine kolayca dahil etmelerini sağlayarak, "tekerleği yeniden icat etme" ihtiyacını azaltmış ve inovasyonu hızlandırmıştır. Modern geliştirme iş akışları, artık Webpack, Vite, Parcel gibi gelişmiş "build" (derleme/paketleme) araçları olmadan düşünülemez. Bu araçlar, modern JavaScript özelliklerini (ESNext) eski tarayıcıların anlayacağı koda çevirme (transpiling), CSS ön işlemcilerini (Sass, Less) derleme, kodları sıkıştırma ve optimize etme (minification, tree-shaking), modülleri birleştirme (bundling) gibi birçok karmaşık görevi otomatikleştirir. Performans, güvenlik ve geliştirici deneyimi odaklı Jamstack (JavaScript, APIs, Markup) mimarisi giderek daha fazla ilgi görmektedir. Gatsby, Next.js, Nuxt.js, Eleventy gibi Statik Site Üreteçleri (Static Site Generators - SSG), derleme aşamasında optimize edilmiş statik dosyalar (HTML, CSS, JS) oluşturarak olağanüstü hızlı yükleme süreleri sunar. Bu mimaride içerik, genellikle Contentful, Strapi, Sanity gibi "Başsız" İçerik Yönetim Sistemleri'nden (Headless CMS) API'lar aracılığıyla alınır, bu da ön uç (frontend) ile arka ucun (backend) tamamen ayrılmasına olanak tanır. Web uygulamalarının giderek daha fazla sayıda harici servisle (ödeme sistemleri, kimlik doğrulama, haritalama, analiz vb.) iletişim kurması gerektiğinden, API odaklı geliştirme ve büyük uygulamaları daha küçük, bağımsız servislere ayıran mikroservis (microservices) mimarileri yaygınlaşmıştır. Google'ın Core Web Vitals gibi performans metrikleri ve WCAG (Web Content Accessibility Guidelines) gibi erişilebilirlik standartları, artık sadece "iyi olur" denilen konular olmaktan çıkıp, arama motoru sıralamalarını, kullanıcı memnuniyetini ve yasal uyumluluğu doğrudan etkileyen temel gereksinimler haline gelmiştir. Progressive Web Apps (PWA - İlerleyici Web Uygulamaları), web teknolojileriyle geliştirilen sitelere çevrimdışı çalışma, anlık bildirimler ve cihaza yüklenebilme gibi yerel uygulama benzeri özellikler kazandırarak web'in yeteneklerini genişletmektedir. Ve ufukta, Yapay Zeka (AI) ve Makine Öğrenmesi (ML), kod önerileri (GitHub Copilot gibi), otomatik test oluşturma, kullanıcı davranış analiziyle kişiselleştirme, tasarım varyasyonları üretme gibi yollarla hem web developer hem de web designer rollerini dönüştürme potansiyeli taşımaktadır. Bu artan karmaşıklık ve teknoloji çeşitliliği, doğal olarak daha derin bir uzmanlaşmayı da beraberinde getirmiştir: Tarayıcı tarafındaki arayüzü ve etkileşimi kodlayan Frontend Developer, sunucu, veritabanı ve iş mantığını oluşturan Backend Developer, her iki alana da hakim olan Fullstack Developer, kullanıcı ihtiyaçlarını anlayıp sezgisel ve estetik arayüzler tasarlayan UX/UI Designer (modern web designer tanımı) ve geliştirme ile operasyon arasındaki süreçleri otomatize edip yöneten DevOps Engineer gibi. Bu sürekli değişen ve gelişen ekosistemde, Abdulkadir Güngör gibi çağdaş bir Web design & developer için teknik becerilerin yanı sıra en değerli yetenekler; uyum sağlama, problem çözme, eleştirel düşünme ve yaşam boyu öğrenme arzusudur.
Teknolojinin sürekli akışı ve araçların baş döndürücü çeşitliliği içinde, web yaratım sanatının temelini oluşturan felsefi ilkeler, bir deniz feneri gibi yol göstermeye devam eder. Bu ilkeler, sadece "nasıl" yapılacağını değil, "neden" yapıldığını da anlamlandıran, zanaatın ruhunu oluşturan değerlerdir. Her şeyin başlangıç noktası ve nihai hedefi İnsan Merkezliliktir. Dijital bir ürün veya hizmet, onu kullanacak olan gerçek insanların ihtiyaçları, beklentileri, yetenekleri ve bağlamları derinlemesine anlaşılarak tasarlanmalı ve geliştirilmelidir. Empati, kullanıcı araştırmaları, prototipleme ve sürekli geri bildirim döngüleri bu ilkenin temel araçlarıdır. Başarılı bir web designer veya web developer, öncelikle kullanıcının savunucusudur. Buna sıkı sıkıya bağlı olan Kapsayıcılık ve Evrensel Erişim (Erişilebilirlik - a11y) ilkesi, web'in doğasındaki demokratik potansiyeli yansıtır. Yaratılan dijital deneyimler, engelleri, teknik yeterlilikleri veya durumları ne olursa olsun, mümkün olan en geniş kitle tarafından algılanabilir, kullanılabilir ve anlaşılabilir olmalıdır. Anlamsal HTML kullanımı, klavye ile tam erişim, renk kontrastı, alternatif metinler gibi uygulamalar, sadece teknik gereklilikler değil, aynı zamanda etik bir duruş ve daha adil bir dijital dünya yaratma çabasıdır. Üçüncü değişmez ilke Performansın Önceliğidir. Hız, modern dijital çağda bir lüks değil, temel bir beklentidir. Yavaş yüklenen bir site, kullanıcıyı kaybetmekle kalmaz, aynı zamanda marka itibarına ve iş hedeflerine de zarar verir. Optimize edilmiş kodlar, akıllıca yönetilen varlıklar (resimler, fontlar), verimli sunucu yapılandırmaları ve etkili önbellekleme stratejileri, sadece teknik detaylar değil, kullanıcı deneyiminin temel taşlarıdır. Web'in küresel başarısının temelinde yatan Açık Standartlara ve Birlikte Çalışabilirliğe Bağlılık da kritik öneme sahiptir. HTML, CSS, JavaScript, HTTP gibi açık ve evrensel olarak kabul görmüş standartlar, farklı platformlar, cihazlar ve tarayıcılar arasında tutarlı bir deneyim sunulmasını sağlar. Açık kaynaklı yazılım felsefesi, bu ekosistemin gelişiminde hayati bir rol oynamış, bilgi paylaşımını ve kolektif inovasyonu teşvik etmiştir. Anlaşılırlık ve Gereksiz Karmaşıklıktan Kaçınma ilkesi, hem arayüz tasarımında hem de kodlamada değerlidir. Sezgisel, net ve odaklanmış arayüzler kullanıcılar için daha etkilidir. İyi organize edilmiş, okunabilir ve bakımı kolay kodlar ise geliştirme süreçlerini daha verimli ve sürdürülebilir kılar. Genellikle en basit çözüm, en doğru çözümdür. Estetik Değer ve İşlevsel Bütünlük Arasındaki Uyum, dijital yaratımın sanatsal boyutunu oluşturur. Görsel çekicilik kullanıcıyı etkileyebilir, ancak temel işlevler yerine getirilmiyorsa anlamsız kalır. Tersi de geçerlidir; son derece işlevsel ancak estetikten yoksun veya kullanımı keyif vermeyen bir ürün, potansiyelini tam olarak gerçekleştiremez. Yetenekli bir Web design & developer, bu iki kutup arasında hassas bir denge kurabilen kişidir. Teknolojinin durmak bilmeyen ilerleyişi, Sürekli Öğrenme ve Esneklik yeteneğini bir zorunluluk haline getirir. Dünün en iyi pratiği, yarının antika bilgisi olabilir. Meraklı olmak, yeni teknolojileri keşfetmekten korkmamak ve değişime direnç göstermek yerine onu kucaklamak, bu alanda relevant kalmanın anahtarıdır. Son olarak, dijitalleşmenin hayatımızın her alanına nüfuz etmesiyle birlikte, Etik Bilinç ve Mesleki Sorumluluk giderek daha fazla ön plana çıkmaktadır. Tasarımcılar ve geliştiriciler, yarattıkları ürünlerin kullanıcı gizliliği, veri güvenliği, algoritmik adalet, potansiyel manipülasyon ("dark patterns") ve toplumsal etkileri gibi konulardaki sorumluluklarının farkında olmalı ve bilinçli, etik kararlar vermelidirler.
Özetle, web tasarım ve geliştirme, CERN'deki bir avuç bilim insanının bilgi paylaşımını kolaylaştırma hayalinden, gezegenimizin sosyal, kültürel ve ekonomik dokusunu yeniden ören küresel bir fenomene dönüşmüştür. Bu baş döndürücü evrim, teknolojinin sınır tanımazlığını, estetik anlayışların akışkanlığını ve web designer ile web developer rollerinin nasıl sürekli yeniden tanımlandığını, iç içe geçtiğini ve derinleştiğini gözler önüne sermiştir. Basit HTML sayfalarından karmaşık, veri güdümlü, yapay zeka destekli platformlara uzanan bu yolculuk, sadece kodların ve piksellerin değil, aynı zamanda insan ihtiyaçlarının, beklentilerinin ve yaratıcılığının da bir yansımasıdır. Bugün, Abdulkadir Güngör gibi bu dinamik alanın ustaları, WebAssembly ile tarayıcıda yerel hızlara ulaşmaktan, artırılmış ve sanal gerçeklik aracılığıyla sürükleyici deneyimler yaratmaya, merkeziyetsiz web (Web3) konseptlerinden kuantum bilişimin potansiyel etkilerine kadar uzanan yeni ufuklarla meşguldür. Web design & developer mesleği, hiç olmadığı kadar heyecan verici, zorlu ve etkili bir konumdadır.
Ancak, geleceğin teknolojileri ne getirirse getirsin, dijital tuvalin anatomisindeki temel yapı taşları ve onu şekillendiren ruh aynı kalmalıdır: İnsan için, insanla birlikte yaratmak. Kullanıcıyı anlamak ve ona değer vermek, herkes için erişilebilir ve adil dijital alanlar inşa etmek, performansı bir öncelik olarak benimsemek ve yaratılanların sorumluluğunu üstlenmek gibi temel değerler, geleceğin sanal mekanlarını inşa ederken bize yol göstermeye devam edecektir.
Web tasarımcıları ve geliştiricileri, sadece dijital araçları kullanan teknisyenler değil, aynı zamanda modern yaşamın deneyim mimarlarıdır. Onların yarattığı arayüzler, platformlar ve sistemler, bilgiye nasıl ulaştığımızı, birbirimizle nasıl bağlantı kurduğumuzu, nasıl öğrendiğimizi, eğlendiğimizi ve hatta nasıl hissettiğimizi derinden etkiler. Bu büyük yaratıcı güç, beraberinde büyük bir sorumluluk getirir. Geleceğin web'i, bu sorumluluğun farkında olan, teknik ustalığı etik bilinçle birleştiren, sürekli merak eden, işbirliğine açık ve her zaman insanı odağına alan vizyoner web designer ve web developer'lar tarafından şekillenecektir. Dijital tuvalin hikayesi bitmedi, sadece yeni ve daha karmaşık bölümlerle zenginleşiyor ve bu hikayenin bir sonraki fırça darbelerini atmak, bugünün ve yarının dijital zanaatkârlarına düşüyor.
Abdulkadir Güngör Github Yazilim
Abdulkadir Güngör Github CyberSecurity
Abdulkadir Güngör Linkedin